Buluttan Şemsiye
- Gulenbilge
- 13 Nis
- 3 dakikada okunur

Bir kez daha muhteşem bir koçluk eğitiminin, Dr. Zerrin Başer ve Peter Stefanyi, Ph.D.’nin birlikte yarattıkları “Evrimsel Koçluk” programının sesleri yankılanıyor zihnimde.
Beni etkileyen bilgiler cisimleşip hafızamda birer metafora dönerler mutlaka. Bir süre sonra tüm cümleler, kelimeler ve duygular o sembol potasının içinde erir, görünmez olurlar. Artık kelimelere ihtiyaç duymadan konuşur benimle metaforum ve ben onun sessiz hikâyesini içimde hissederim. Çok eski iki dost gibi sadece bakışarak anlaşırız. Eğitimin son gününde alelacele önümdeki deftere çiziverdiğim resim de işte böyle üç günden bana kalanları barındırıyor içinde.
Bu nedenle bu kısacık yazıyı yazmaya karar verdiğimde, önce metaforu tekrar bileşenlerine ayırmam gerekti. İlk başta -biraz da yapay zekâ yardımıyla- başkaları için de görünür hâle getirdim onu. Şimdi ise aşağıya sesi ekliyorum. Duygular da umarım bu sayfadan sizlere ulaşır.
***
Dilimizde çok güzel bir deyim vardır: Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak. Bazen kendimizi öyle çok korumak isteriz ki odağımız sadece kaçtığımız şey her ne ise ondadır. Nereye doğru koştuğumuza bakmayız bile… Hele bizi koruduğunu düşündüğümüz kocaman bir şemsiyemiz de varsa, kendimizi iyice güvende hissederiz. Ama ya asıl bizi o ıslatıyorsa?
Biliyoruz ki bizi hayallerimize ulaşmaktan, hatta onlara doğru adım atmaktan alıkoyan bazı kısıtlayıcı iç seslerimiz var. Seslerin yanı sıra geçmişin farklı anlarından çeşitli sahneler, görüntüler ve pek de hoşumuza gitmeyen duygular da bugüne uzanarak hiç beklenmedik zamanlarda yüzlerini gösterirler. Bu seslerin ve görüntülerin her biri, her an yağmur yağdırmaya hazır duygusal elektrik yüklü birer minik bulut gibidir.
Bu bulutların bazıları çok yükseklerde yağış ürettiklerinden yere düşmez damlaları, bizi ıslatmazlar. Bazıları da yere daha yakın olsalar bile güneş ışığını geçirdiklerinden bize hiç gölge yapmazlar. Yine de gökyüzünde var olduklarını bilir, onları uzaktan seyrederiz. Hatta bu tip bulutların bizi, günümüzü, yapacaklarımızı etkilemediklerini bilmek onlara ayrı bir sevgi duymamızı sağlar. Çocukça bir neşeyle dolu masalsı bir sevgi… Bizden yanadır o bulutlar.
Bazıları ise gridir, karanlıktır, ürkütücüdür. İllâ bir sağanakla gelirler. Aslında çok da ısrarcı olmayan minik yağmur bulutları bile doğru şartları bulduklarında birer mıknatıs gibi birbirlerine çekilerek, kimi zaman yüz binlerce kilogram ağırlığa ulaşabilen ve artık sadece geçici yağmurlardan değil dolular, fırtınalar, gök gürültüleri, şimşekler ve kasırgalardan da sorumlu, içlerinde biriktirdikleri enerji sayesinde atom bombasından bile güçlü, devasa kara bulut kümelerine dönüşebilirler.
Hepimizin “içsel gerçeklik gökyüzünde” çok var bu bulutlardan. Kimi zaman tek başlarına kimi zaman da kolektif olarak var olur ve birbirlerinden beslenirler. Üstümüze -saf benliğimize- gölge düşürürler. Bu da yetmezmiş gibi bazen biz de gerçeklik güneşinin gözlerimizi kamaştırmaması, bizi fazla yakmaması için onları bir güzel birbirine ekleyip kocaman, buluttan bir şemsiyeye dönüştürür ve sıkı sıkı elimizde tutarız. Kendimizi korumak için elbette. Sonra bir de bakmışız etraf günlük güneşlik ama sürekli tepemize yağmur yağıyor. Bizim hava durumumuz “gök gürültülü sağanak yağış”…
Bu duruma kızarız doğal olarak. Durduk yerde bizi karanlıkta bıraktığını ve ışığını bizden esirgediğini düşündüğümüz güneşe kızarız çoğunlukla. Ya da bizi korkutan gök gürültüsüne, bizi sırılsıklam ıslatan yağmura kızarız. Ama nedense bir tek elimizde sıkı sıkı tuttuğumuz buluttan şemsiyemize kızmak aklımıza gelmez. Etraf günlük güneşlikken başımızdan aşağı inen damlaların nedeninin o olduğunu görmemekte inat ederiz.
Çok da geçerli bir sebep olmadan bir şeyi yapmaktan çekindiğimizi, korktuğumuzu ya da bir şeyi ısrarla neden yaptığımızı ya da söylediğimizi anlamadığımız hâlde buna devam ettiğimizi fark ettiğimiz zaman şöyle bir dursak ve düşünsek… Ve, “Bu gerçekten ben miyim? Çocukluğumdan tanıdığım saf kendim miyim? Bu sesler, düşünceler, inançlar benim mi? Yoksa yolda bir şeyler mi değişti?” diye samimi olarak sorsak, kendimize ne gibi cevaplar veririz acaba?
Yağmur da yağacak elbette, rüzgâr da esecek, güneş de çıkacak. Hava bu. Doğasında var. Hava değiştikçe bizim de ruh hâlimiz değişecek… Yoksa… Ruh hâlimiz değiştikçe mi değişir havamız, gökyüzümüz? Bize ait olmayanları fark ederek onları silkelemek bizi hafifletir. Geriye çok da görmeye alışık olmadığımız “saf kendimiz” kalır.
Ne zaman ki bulutlarımızın taşıdığı o potansiyel enerjinin gücünü elimize alır ve o güçle şemsiyemizi bir güzel sallayarak bulutları birer birer gökyüzüne, ait oldukları katmana ve uzaklığa iade ederiz, işte o zaman kendimizi korumak adına uzun süre gölgede bıraktığımız bedenimiz ışığa doyar, içimiz ısınır, gözlerimiz parlar, ruhumuz şenlenir. Kim bilir, belki bir de gökkuşağı çıkar önceki yağmurların ardından. Ve içimizdeki çocuk çok sevinir özgürlüğüne kavuştuğu için.

Comments