top of page
Ara
  • Yazarın fotoğrafıGulenbilge

Gerçeğiniz Ne kadar Gerçek?

Beynimiz gerçekten çok saf! Bildiğine değil gördüğüne inanıyor :)



Bir süredir algılarımız üzerine bir yazı yazayım diye düşünüyordum. Geçen gün tam oturup yazmaya karar vermiştim ki oğlum birlikte bir “sanal gerçeklik” salonuna gidip oyun oynamamızı önerdi.


Yerimizi ayırttık; alt ve üst yaş sınırlarını sorduk :) İkimiz de ilk defa gidiyoruz. Meraklı ve heyecanlıyız. Oyunumuzu seçmeden önce bize -oyunda böyle bir durumla karşı karşıya gelmeyecek olmamıza rağmen- bir yükseklik korkusu testi yapmak isteyip istemediğimizi sordular. Hemen atladık “İsteriz!” diye. Ayrı sebeplerden: Oğlum çok eğleneceğini düşünüyor; ben de yaşla(!) ortaya çıkan şu korkumu bir güzel kandırır, yenerim belki diye düşünüyorum.


Önce oğluma VR gözlüğünü taktılar. Ekrandan yaşadıklarını görüyorum (gibi geliyor bana). Büyük bir metropolün tam ortasında, önü açık bir asansörle yukarı çıkmaya başladı. Asansörün düğmesini elindeki kumandayla kontrol ediyor. Kaç kat çıktı bilmiyorum ama gökdelenin en tepesinde durdu. Tam önünde de havada asılı bir kalas var (Bu arada iki gerçeklik arasındaki bağı kurmak için ayağının dibine -o fark etmeden- gerçek bir kalas koydular).


Şimdi! Söylenen şu: Kumandayı bırak. Kalasın üstünde yürü. :)

Dışarıdan bakıyorum: Daha kolay ne olabilir ki! Zaten halının üzerinde olduğunu biliyor. Niye adım atmıyor bu çocuk? Adımı bırak, kumandayı vermiyor. Daha sonra bana şunu söyledi: “Kumanda, gerçeğe geçişimin garantisiydi.” (bkz: Matrix) ;)


Neyse bir süre sonra kumandayı teslim etti. Ama gel gör ki adım atamadı. “Sen dene anne!” dedi. Denerim tabii. Hepsi kandırmaca. Ne asansör var, ne şehir. Yürürüm bence. Hatta havada mı dursam diye hayal ediyorum:)


Kazın ayağı öyle değilmiş! Gözlüğü taktım. Ammmmaaaaaan! Ne yürümesi? Ellerimle gözlüğe yapıştım (o da benim gerçeğe geçişimin garantisi!) Ayaklarım yere çivilenmiş. Sanal gökyüzüne bakıyorum, derinlik hissini algılamayayım diye.


Oğlum diyor ki, “Anne, gözlüğü bıraksana!”

“Cık! Bırakmam.”

“Aşağıya bak hiç olmazsa.”

“Hayatta bakmam!”

“Bir adım at bari.”

“Deli misin? Mümkün değil! Ben çıkarıyorum gözlüğü. Bitti.”


Neydi o öyle?! Hani biliyordum odada olduğumuzu? Başkasının deneyimiyken nasıl da güzel akıl veriyordum. “Evladım, kalas halının üstünde. Biz buradayız. Sen yürü!” Ama deneyimin içine girince DÜNYAM değişti. Orada ne halı var, ne de sizin gözünüzden sizin dünyanızı algılayan diğerleri. Aynı deneyimin içine girmeden, yaşayanı anlamak gerçekten de mümkün değilmiş.


Tam da benzer şekilde, hepimizin gerçek(!) hayatta kendine özgü biçimde haritalandırdığı bir dünyası var. O dünyada kiminin asansörünün kapısı var, kiminin yok, kimininki şeffaf; kimi her adımında yüzüncü kattaki kalasta yürüyor, kimi giriş katındaki çimenlerde.


Duyularımızla algıladığımız tüm verileri bir dizi filtreden geçiriyoruz: İnanç sistemlerimiz, değerlerimiz, hatıralarımız, önceden verilmiş kararlarımız, deneyimlerimiz, dil kalıplarımız, düşünme ve davranış modellerimiz... Bu arada onların bir kısmını siliyoruz, bir kısmını kendi dünya modelimize uygun hâle getirmek için eğip büküyoruz yani bozuyoruz, kalanları bir güzel etiketleyip kategorilere ayırıyoruz. Yani bol bol genellemeler yapıyoruz. Sonra buradan kendimize göre bir DÜNYA çıkarıyoruz. Ve işin güzel tarafı, istiyoruz ki herkes, hiçbir şekilde deneyimlemediği ve deneyimleyemeyeceği bu özgün dünyamızı bir şekilde görsün, anlasın. Oysa nasıl olabilir ki?! On saniye önce içinden çıktığımız ortak dünyayı bile içeriden ve dışarıdan farklı algılıyoruz.


Ve dünyayı algılama şeklimiz bizim davranışlarımızı etkiliyor. Ben yüzüncü katta olduğumu algılıyorsam, kalkıp kalasın üstünden boşluğa yürümeyeceğim aşikâr! Beynim böyle saçma bir davranışı reddederek beni koruyor. Üstelik dikkatinizi çekerim, tüm duyularımla orada değilim. Dünyamın dışındaki insanların, benim dünyama göre gaipten gelen "kumandayı ver, bir adım at" gibi seslerini de duyuyorum bir taraftan. Ama gördüklerim yetiyor! ;)


Oğlum daha sonra tekrar denedi. İkinci denemesinde yavaşça da olsa yürüdü kalasın üstünde. Yine de kalastan halıya taşmamaya çok dikkat ederek. Neme lâzım!:)


Son safha, kalastan aşağıya atlamak! Tabii dışarıdan bakanlara göre kalastan, gerçekliğin içindekiler için gökdelenin tepesinden... Bizden sonra gelen iki genç arkadaştan biri, duvardan duvara halıya konmuş 1,5 cm. yüksekliğindeki kalastan atlayıp yere düştü. Siz bu cümleyi tekrar tekrar okuyun artık.:)


Ah, Algı! Sen nelere kadirsin. İnsanın dünyasını bir anda değiştiriveriyorsun!

64 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page